Bir gün Yalan ve Gerçek bir kuyu başında karşılaşırlar…
Bu hikâyeyi duymayan çok azdır. Ama herkesin içini bir yerden sızlatır. Çünkü aslında bu hikâye sadece bir masal değil; hayatın ta kendisidir.
Yalan, süslü cümlelerle gelir. Çoğu zaman kulağa hoş, göze şık, zihne kolay gelir. Gerçeğe ise soğuktur. Üzerinde hiçbir süs yoktur. Hamdır. Sarsar. Kimi zaman acıtır. Bu yüzden insanlar genellikle yalana sarılır, çünkü yalan kolaydır. Gerçek ise zor...
Bugün hayatın her alanında bu ikiliyi görüyoruz. Sosyal medyada, siyaset meydanlarında, ekranlarda, reklamlarda, hatta bazen sokakta yanımızdan geçen bir tebessümde... Her yerde Yalan, Gerçeğin kıyafetleriyle arz-ı endam ediyor. İnsanlar da onu alkışlıyor. Çünkü sorgulamak zahmetlidir, yüzleşmek cesaret ister. Yalan ise sorgusuz sualsiz kabul edilmek ister.
Ancak unutmamalıyız: Gerçek her zaman oradadır. Belki çıplak, belki soğuk… Ama kalıcıdır. Yalan ise en güzel giysileriyle bile olsa, sonunda çürür. Dökülür. Unutulur.
Bugün bize düşen; kulağa hoş gelenin peşinden gitmeden önce, çıplak gerçeği aramak…
Çünkü gerçek, belki rahatsız edici ama daima özgürleştiricidir.